TEVFİK FİKRET LİSESİNDE OKUMA ZAMANI
Turquie Européenne, 16 mayıs 2015 cumartesi, Olivier Delahaye
Le temps de lecture au Lycée Tevfik Fikret – Turquie Européenne
http://turquieeuropeenne.eu/5721-le-temps-de-lecture-au-lycee-tevfik-fikret.html
Bir süre önce, baş karakterini Peter Brook’un fetiş oyuncusu, aynı zamanda tükenmez bir hikayeci, Afrika’nın kültür, tarih ve insanlık elçisi muhteşem Sotigui Kouyaté’den esinlenerek çektiğim Soleils filmini tanıtmak üzere Ankara’ya davet edildim. Filmi Sotigui’nin büyük oğlu Burkinalı Dani Kouyaté ile birlikte çekmiştik.
Bu Ankara ziyareti benim için gerçek bir deneyim oldu: Afrika, yüzyıllardır keşif, kölelik, kolonileşme, samimi sevgi ve işletme aracılığıyla oluşturulmuş, başta Fransızlar olmak üzere diğer Avrupalıların Afrika’yla olan yakınlığına sahip olmayan ev sahibim Türkler açısından merak demekti: Afrika onlar için bilinmeyen topraklardı ve Soleils ile bir keşfe çıkıyorlardı.
Fransızca eğitim veren bir Türk lisesinin öğrencilerine filmi tanıtmak üzere davet edilmiştim, bu da ev sahiplerimin ikinci merak konusuydu: Fransız dili ve kültürü. Anaokulundan bakaloryaya dek öğrenci yetiştiren bu lisede, karışık kökleri, tarihleri ve kültürleriyle gurur duyan ve bu zenginliklerine Fransızcanınkileri de eklemekten korkmayan bireylerle karşılaştım. Ellinci yılını kutlayan bu lisede Fransız kültürüyle var olan uzun soluklu yakınlık geleneği yaşatılıyor. 16. Yüzyılda Sultan Süleyman 1. François’yla bir ortaklık anlaşması imzalamıştı. Özellikle XIX ve XX. Yüzyıllarda çok sayıda aydın ve sanatçı kendileri için ışığın kaynağı gibi görünen bu kültürden beslenmek amacıyla Fransa’ya geldi. Ayrıca Fransa’da kilise ile devletin ayrılmasını sağlayan 1905 yasasının ardından Fransız devlet okulları Osmanlı İmparatorluğu içinde var olmaya başladılar. Tevfik Fikret Lisesi onlardan biri değil; bir Fransız lisesi değil, dini bir lise değil, Türk ve laik bir lise, eğitimini büyük ölçüde Fransızca veren Türk hukuku ve eğitim sistemine bağlı bir lise. 1867’de Osmanlı İmparatorluğu’nda doğan ve Birinci Dünya Savaşı kargaşasında 1915’te ölen en büyük Türk şairlerinden birinin adını taşıyor. Babası Türk, annesi Giritli olan Tevfik Fikret; bugün bile Anadolu halkının çoğunun genlerinde var olan ve sık görülen bir karma: İstanbul’da bulunan Galatasaray Fransız Lisesi’nde bu kurumda öğretmenliğe başlamadan önce aynı okulda eğitim gören Tevfik Fikret, modern Türk şiirinin babası olarak kabul ediliyor.
Dani ve benim ortak tarihimiz, değerlerimiz, önyargılarımızın bazıları ve özellikle de Afrika’ya dair olumlu bakış açımızla çektiğimiz Afrika’ya ait Soleils filmini bu lisenin farklı yaş ve sınıflarından öğrencileriyle konuşmak üzere işte bu liseye davetliydim. Kısa sürede mesleğim, sinema, yazın ve yönetmenlik ile benim Türk sinemasına dair bilgim ve bakış açım üzerine sorular yağmaya başladı. İlk çekingenlik aşıldıktan sonra bu genç kız ve delikanlıların tüm açık görüşlülük, ilgi, merak, espri ve sempatileriyle bana soracak binlerce sorusu olduğu ortaya çıktı! Öğle yemeğinden önce bana, şekil kadar ifadelerde de güzel bir özgürlük, içinde bulundukları toplum ve dünyaya dair keskin bir bilinç gösterdikleri, diken gibi eleştirel ve esprili yaklaşımlar içeren kendi çektikleri yarım düzine kadar kısa metrajı izlettiler.
Yasa gereği pazartesi sabahları göndere çekilen bayrak huzurunda milli marş ve okul marşını söyleyerek haftaya başlayan bu lisede öyle bir ortam var ki. Ben de bir pazartesi sabahı oradaydım ve bayrağın göndere çekilişine şahit oldum. İlk aklımdan geçen milliyetçilik oldu. Kesinlikle öyle, ancak muhataplarımdaki milliyetçilikte dar görüşlü bir milliyetçilik anlayışına bağlı sorgulanabilir ifadelerden veya açılım eksikliklerinden eser yok: Öğrenciler, öğretmenler ve idareciler tam da bunun tersi bir tutum içindeler. Okulun koridorlarını süsleyen öğrenci eserleri, Maupassant portreleri, Céline alıntıları (kendi kendime işte Clèves’li Prensesten korkmayan insanlar dedim) arasında kısa metraj gösterimleri, öğrenciler ve öğretmenler arasındaki mecburiyetsiz hatta duygusal saygı ilişkisini ortaya koyarak bu izlenimimi pekiştirdi. Okulun büyük yemekhanesinde Müdire Hanım Ayşe Başçavuşoğlu ile yemeğimizi yerken bana okuldaki hayatı ve işleyişi anlattı. Kendisi de Fransız ortaokul ve liselerini ziyaret etmiş ve Fransa’dan yeni dönmüştü. Her iki ülkenin eğitim sistemlerine, kültürlerine ve özgünlüklerine son derece hakim, Strasbourg’da olduğu kadar Trabzon’da da kendi evindeymiş gibi duran bu kültür ve tecrübe timsali kadınla, Nazım Hikmet’ten Edmond Rostand’a uzanan son derece zenginleştirici bir sohbet fırsatı buldum.
Esas deneyimin büyüğü, yemek sonrası bu lisede çalışan arkadaşımla buluşacağım öğretmenler odasında buluşacağım zaman ortaya çıktı. Beni yönlendirmeden önce Ayşe Hanım mutlaka 13.35’ten önce orada olmam gerektiğini belirtti, çünkü pazartesi 13.35’te haftanın diğer tüm günlerinde olduğu gibi Tevfik Fikret lisesinde bir mucize gerçekleşiyordu. Gerçek bir mucize, işte bahsetmek istediğim de buydu. Haftanın her günü, her hafta, her ay, tüm sınıflarda, lisenin tamamında, saat 13.35’te sakin bir zil sesi, ani inen sessizliğin takip ettiği bir melodi duyuluyor ve okuma saati başlıyor. Evet, Tevfik Fikret Lisesi’nde her gün, herkes, öğrencisi, öğretmeni, idarecisi, herkes bir kitap alıyor, oturuyor ve yirmi dakika boyunca okuyor. Bu bana inanılmaz geldi. Doğruluğunu görmek istedim, birkaç öğretmenin kitabına daldığı öğretmenlerden odasından çıktım; neredeyse tümüyle sessizliğe eşlik eden bir klasik müzik parçası koridorlara sessizce yayılıyordu.
Sınıftan sınıfa gezdim, kapılardaki camlardan içeri baktım; herkes, öğretmenler, öğrenciler herkes kitabının içine çekilmişti. Özel camlı bir duvarla birinci kat holünden ayrılan Müdire Hanımın bürosuna doğru uzandım. Masasının ardında Ayşe Hanım sakince kitabını okuyordu. Dönüşte sadece, o günkü Tevfik Fikret Lisesi ritüeline katılmamak için geçerli sebepleri olduğunu sandığım bir iki kişiyle karşılaştım. Yirmi dakika boyunca lise tümüyle sessizdi. Herkes emir veya dayatılan müfredat gereği değil, ne istiyorsa onu, istediği dilde okuyordu. Sadece, gerçek anlamda hiçbir şeyin gelip bozamadığı, hep birlikte okuma keyfi hüküm sürüyordu. Ne muhteşem! Bunun disiplinle, baskıyla, cezayla ilgisi yoktu, bu anaokulundan lise sona kadar bu çocuklarca deneyimlenen keyif, zekâ ve güzel beyin jimnastiğiydi. Kendime, ne kadar şanslılar, dedim. Tevfik Fikret Lisesi’ndeki öğrencilik hayatları boyunca her gün her gün okuma alışkanlığı kazanıyorlar. Hayata başlamak için ne güzel bir hediye! Öğretmenlerin okuduğu hikayelerle ilk çocukluk günlerini yaşamak, veya daha sonra çocukluk ve ergenlik boyunca size şekil verebilecek metinlerle, yazarlarla temas halinde olmak, kendi ritminde, istekleri, keşifleri, bazılarıyla paylaştıkları zevkleri doğrultusunda okumak, çizgi roman dünyasına veya Türk, Fransız, Rus, İngiliz ya da Japon edebiyatına dalmak, okumak, keyif için tekrar okumak, ama bunu yaparken de son derece bireysel keyfinizi bozmadan başkalarınca da paylaşıldığını bilmek, herhangi bir yetkili tarafından seçilmemiş metinleri tümüyle özgürce okumak, tercihlerinin sahibi olmak. Ne mutluluk!
Yaşadığım şeyden afallamış halde öğretmenler odasına döndüm. Türk ve frankofon bu okul, bünyesinde var olan çocuklar kadar yetişkinlere de paylaşma şansını; kültürleri, dilleri, okuyarak edinilen entelektüel, edebi, sanatsal deneyimleri paylaşma ve okumanın sükûnet ve huzuru içinde ortak anları paylaşım şansını olanca özgürlüğüyle sunuyor. Ve sabahtan beri konuştuğum bu gençlerin nasıl olup da bu denli açık, sakin, yorgunluktan uzak olduklarını, her gün okuma keyfini de paylaştıkları ve kendilerini eğiten yetişkinlerle nasıl olup da böyle güzel ilişkiler kurduklarını anladım. Ayşe Hanıma bu ritüelin kaynağını sorduğumda, 2001 yılında bir sınıf öğretmeninin fikir olarak ortaya attığını ve iyi bir fikir olduğu için uygulanmaya başladığını anlattı. En başında, okumayı henüz bilmeyen ve okunanı dinleyen miniklerin aileleri, üniversite sınavına odaklandığı için zaman kaybedeceğinden endişeli büyükler ve okumanın bir mecburiyet olarak sunulmasının anlamsız olduğunu düşünenlerin oluşturduğu bazı engel ve direnişi aşmak gerekmiş. Müdire hanımın karakterini tanımlayabilecek pragmatik yaklaşım ve zekayla bu harika girişim yaşatılmış ve Tevfik Fikret’teki herkes okuma saatine keyifle katılır olmuş.
Tüm bunlar bende bir görüş ve öneri oluşturdu. Değerlerimizi paylaşmadıkları gerekçesiyle Türklerin Avrupa’nın parçası olamayacağını yinelemekten hoşlananlar için bu girişim bir yalanlama niteliğinde: Tevfik Fikret lisesi öğrencileri yabancıların çocukları değil; büyük çoğunluğu Müslüman geleneğe sahip, Türk ve küresel kültüre sahip çocuklar. Sizin çocuklarınızdan ne farkları var? Onlar gibi, Flaubert, Hugo, Shakespeare, Giono, Deleuze veya Carrère okuyorlar, ve onlar bunu “müfredata dahil” diye değil, kendilerine hitap ettiği için, kendiliklerinden keşfederek ve zeka, şiir, duygu ve mantıkla tanışmalarını sağlayan günlük ve uzun okuma alışkanlıkları çerçevesinde okuyorlar. Bu düzenli okurlarla, Fransız kimliği savunucusu olduğunu iddia edenlerle olduğundan daha fazla paylaşacak şeyim var ve kendimi onlara çok yakın hissettim.
Önerim ise o kadar net ki, o kendini ortaya koyuyor. Sayın Milli Eğitim Bakanı, Tevfik Fikret Lisesi müdiresi Ayşe Başçavuşoğlu’nu arayınız (siz ve ben kadar Fransızca konuşuyor) ve bu denli faydalı ritüeli nasıl hayata geçirdiğini, Tevfik Fikret Lisesi’nde bulunma şansı olan herkesin bu güzel her gün okuma alışkanlığını nasıl hayatta tuttuğunu sorun, dünyaya mal olmuş yazarları, fikirleri ve duyguları bu her yaştan gencin içine nasıl soktuklarını ve özellikle bunların faydalarını sorun. Ankara’ya gidin ve bu öğrencilerle tanışın, okulun duvarlarına bakın ve kendilerini ifade etmekteki özgürlüklerini kendiniz görün. Frankofon ve Fransızca sever bu Türklerin nasıl bir cömertlikle katkılarımızın karşılığını verdiklerini siz de takdir edeceksiniz.
Haberin orjinalini görmek için buraya tıklayınız.
Ankara’da frankofon bir lisede oluşturulan her gün 15 dakika kitap okuma alışkanlığı, Film yapımcısı Olivier Delahaye ve akademisyen Danièle Sallenave’in çalışmalarını yürüttüğü “Silence, on lit!” (Sessiz olun, kitap okuyoruz!) derneği sayesinde Fransa’da da uygulanmaya başlandı. Amaç: bu güzel alışkanlığı Milli Eğitimde yaygınlaştırmak.
Ankara’nın modern semti Mustafa Kemal’de, Türkiye bayrağının renkleri olan kırmızı renklerle çevrili büyük beyaz okulu fark etmemek mümkün değil: Frankofon Tevfik Fikret Lisesi. Fransızca öğretimini de içeren kaliteli bir eğitime bağlı Türk toplumunun çocuklarının birleştiği nokta. Sınıfları, laboratuvarları, spor sahaları, çalışkan ve haylaz öğrencileri ile dünyadaki diğer binlercesine benzeyen bir okul; fakat her gün saat 13.35’te, birçok derse girmiş çıkmış 1600 çocuk ve gencin gürültüsünün değil, çalan zilden sonra oluşan sessizlik ve ardından gelen sakin bir melodinin sesi duyuluyor: sessiz olun, kitap okuyoruz. Sınıfta veya jimnastik salonunda okuyoruz. Sadece öğrenciler değil öğretmeninden idari personeline kadar, yemekhane görevlilerinden müdürlere kadar herkes kitap okuyor. “Eğer o saatte randevusuz gelen bir ziyaretçim varsa, okuma zamanının bitimine kadar beklemek zorunda.” diyor Okullar Genel Müdürü Ayşe Başçavuşoğlu.
Herkes için kitap… Tevfik Fikret Okullarında bu alışkanlık, kitap okuma haftası etkinliği gibi fırsat bulundukça yapılan bir eylem değil, 16 yıldır her gün gerçekleşen bir etkinlik. Tıpkı matematik dersi veya tarih dersi gibi, günün akışında yer alan bir zaman dilimi. 2001 yılında, okuma alışkanlığını yetersiz bulan öğretmenler bunu nasıl teşvik edebileceklerini düşünürken bu fikir gün yüzüne çıkmış, öğretmenlerden biri günlük zorunlu okuma saati oluşturmak fikrinin sahibi olmuştur. Bu fikir bir dayatma olarak değil sadece olması gereken bir unsur gibi kabul edilmiştir. Şimdi ise, bir alışkanlık hâlini almıştır. “Uygulamanın ilk yılında, okuma süresi 10 dakika olarak belirlenmişti. Öğrenciler bu sürenin 15 dakikaya çıkmasını talep etti.” diyor Okullar Genel Müdürü Ayşe Başçavuşoğlu.
“Hayatı anlamlandırabilmek için öncü bir ihtiyaç”
Ayşe Başçavuşoğlu için bu alışkanlık çok önem arz ediyor. Kendisi, 1993’ten beri Ankara Okulları Genel Müdürü, şimdi de hem Ankara hem İzmir Tevfik Fikret Okulları Genel Müdürü. Charles de Gaulle Lisesinin ve Tevfik Fikret Lisesinin eski öğrencisi. Genel Müdür olmadan önce, aynı okulda tercüman olarak çalışmaya başlayan Ayşe Başçavuşoğlu, daha sonra Fransızca Öğretmeni olarak çalışmaya devam etmiştir. Doğal bir otoriterliği olan bu zarif kadın, pedagojik tercihlerini şu şekilde açıklıyor: “Okumak boş vakit geçirmek değildir, hayatı anlamlandırabilmek için öncü bir ihtiyaçtır.”
“Kitapların duyularımızla bir bağı vardır, önce onlara dokunuyoruz, sonra kokusunu içimize çekiyoruz ve gözlerimiz sayesinde okumaya başlıyoruz.” Ayşe Başçavuşoğlu, Tevfik Fikret Okulları Genel Müdürü.
Okumaya bu kadar bağlı olması kendi hayat hikâyesinden kaynaklanıyor. Çocukken, babasının her akşam eve bir kitapla geldiğini hatırlıyor. Sekiz yaşında yetim kalmasına rağmen, çok zengin bir kütüphaneye sahip olmuştu bile. Çok seçici bir okur, klasiklerle yetişmiş, Fred Vargas ve Amin Maalouf gibi yazarları okuyan bir kitapsever hâline gelmiştir. Tevfik Fikret Okullarında okumanın kitap ile bağdaştırılmasına çok önem veriliyor. “Pornografi hariç” diye belirten Genel Müdür, türü ne olursa olsun, öğrenciler Türkçe ya da Fransızca fark etmeksizin, kendi kitaplarını veya okulun zengin kütüphanesinden seçtikleri kitapları okuyorlar. Okuma saati, özgürce uygulanmaktadır. Ancak, dergi, tablet veya ders kitabı açmak söz konusu bile değildir. “Kitapların duyularımızla bir bağı vardır, önce onlara dokunuyoruz, sonra kokusunu içimize çekiyoruz ve gözlerimiz sayesinde okumaya başlıyoruz”, diye açıklıyor Ayşe Başçavuşoğlu.
On altı yıldır, trend olan kitapların geçişine tanıklık etmiştir: Harry Potter’dan Game of Thrones’a kadar. Aynı yoğun duygular içerisinde, bu uygulamaya karşı çıkan bir çocuk geliyor aklına: Öğretmeni okuması için öğrenciye bir şiir kitabı veriyor. Pascal’in dediğini doğrularcasına (oku, okumayı seveceksin), bu olayda okumaya karşı çıkan öğrenci, kitabı açar ve kendini ona kaptırarak sonunda kitabın kendisinde kalmasını ister. “Çizgi romanlara izin veriliyor, diye ekliyor Ayşe Başçavuşoğlu. “Bu tarz kitaplarla okumaya başlayan öğrencilerin birkaç ay sonra ‘gerçek’ kitap okumaya başladıklarını gözlemledik.”
Tevfik Fikret Lisesi, Türkiye’deki frankofoni dünyasının bir mücevheridir. Elli yıl önce kurulan bu okul, “FrancEducation” labeliyle Fransa ile bağlantılıdır. Lise diploması, Fransa’nın lise diploması olan bakaloryaya eşdeğerdir. Bunun yanı sıra, Ankara Fransız Kültür Merkezi ile bağlantıları çok eskiye dayanır ve çok güçlüdür (Kültür Etkinlikleri ve İşbirliği Müsteşarı Eric Soulier ve Sébatien Courtois). Tevfik Fikret kültürüyle beslenen bireyleri, Türk siyaset ve diplomasi hayatı gibi çeşitli alanlarda görebiliriz. Yazar Hakan Günday (Daha kitabının yazarı, Médicis Yabancı Yazarlar Ödülü, 2015) ve Avrupa Konseyi Türkiye temsilcisi Gülsüm Bilgehan gibi ünlü isimler bu okulun kültürüyle yetişmişlerdir. Karışıklıklar içinde olan bu ülkede, bu okul, gerek ismi (Osmanlı İmparatorluğu’nun sonlarında yaşamış Fransız dostu büyük bir şair) gerekse öğrenci dolapları üzerinde ve okulun duvarlarında yer alan Atatürk resimleri ile laiklik, eşitlik ve demokrasiye bağlılığını gösteriyor. Bu okuma alışkanlığı, sadece Tevfik Fikret Okullarının şirin bir özelliği olarak kalmaya devam edebilirdi. 2015 yılında, Türkiye’ye aşina olan Fransız film yapımcısı Olivier Delahaye’ın Soleils filmini tanıtmak için Tevfik Fikret Okullarına gelmesiyle işler değişti.
O gün saat 13.35’te, öğretmenler odasında olduğu sırada zil çaldı ve çok doğal bir şekilde herkes işini bırakıp eline bir kitap aldı. “Okuma saati” dediler ona kısaca. Okulun büründüğü bu hava onu çok etkilemişti. Fransa’ya döndüğünde vakit kaybetmeden bu uygulamayı her yerde anlatmaya başladı. Bu konuşulanlar, uzun yıllar üniversitelerde edebiyat dersi veren yazar ve Fransız Akademisi üyesi Danièle Sallenave’ın kulağına kadar gitti. O günlerde Fransa’da okuma alışkanlığının azalması ile yakından ilgilenen Sallenave, bu azalmayı “korkunç bir gerilik” olarak nitelendiriyor. Bunu kültürel bir olgu olarak değil daha çok bir ‘mekanizma’ olarak görüyor, ona göre Fransa’da adı konulmayan bir cahillik ilerliyor. On yıl önce Nous, on aime pas lire (Biz okumayı sevmiyoruz) adlı denemesinde bu konuya değinmişti. “Birçok insan birkaç satırı bile okuyamıyor. Okuma alışkanlığı hiç edinilmemiş. Bu çok korkunç bir şey.”
“İstek var ama yöntem de lazım ”
2015 sonbaharında Ayşe Başçavuşoğlu’nun Brive Kitap Fuarı’na gelişi olayların gelişmesine çok büyük katkıda bulundu. Birlikte kurdukları derneğin ismi “Silence, on lit!” olacaktı. “Ünlem işaretinin önemi çok, diyorlar hep bir ağızdan. Günlük okuma zamanını oluşturmak istek gerektiren bir şey ama yöntem de lazım. Yoksa bu iş sürmez.”
İki yıldır dernek şekillenmeye başladı. Talepte bulunan okullar için bir tüzük hazırlandı. Olivier Delahaye bir müddet kamerasını elinden bıraktı ve bu uygulamanın elçisi olarak Fransa’da dolaşmaya başladı. Akademi rektörleriyle, okul müdürleriyle bu uygulama hakkında uzun telefon görüşmeleri yaptı.
“Bazı öğretmenler bu süreci yavaşlatıyor. Bazıları ise bu uygulamayı Fransızca dersinin bir uzantısı olarak görüp kendi derslerinin yararına kullanıyor. Kimisi de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından gönderilen Truva atı olduğumuzu düşünüyor. Hepsini ikna etmek lazım.” Olivier Delahaye, film yapımcısı.
“Bazı öğretmenler bu süreci yavaşlatıyor. Bazıları ise bu uygulamayı Fransızca dersinin bir uzantısı olarak görüp kendi derslerinin yararına kullanıyor. Kimisi de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından gönderilen Truva atı olduğumuzu düşünüyor. Hepsini ikna etmek lazım.” Şu an 400 okul “Silence, on lit!” derneğine üye olmuştur. Metz-Nancy Akademisi Rektörü, Florence Robine’in heyecanı bu uygulamanın kendi bölgesinde yaygınlaşmasına hız kattı. Lorient, Vallauris, Nemours gibi şehirler de katıldı, hatta Fas’ta olan Oujda Ortaokulu da dâhil oldu. Strasbourg Belediyesi bu uygulamayı okul dışına taşıyıp uygulamanın belediye binalarında çalışan personeller için de geçerli olması fikri üzerine araştırmalar yapıyor. “Bu sessiz zaman dilimi, kurum ve şirketler için de uygulanabilir”, hayalini kurarak Delahaye Blanchot’dan bir alıntı yapıyor: “Bir edebi eser, nasıl nüfuz edeceğini bilen biri için, bizi zenginleştiren zengin bir sessizlik, sağlam bir savunma ve konuşan bu kalabalığa karşı yüksek bir duvar gibi bizi kendimizden uzaklaştıracak şekilde ele geçiriyor bizi.”
Peki ya Milli Eğitim Bakanlığı? Bu sonbaharda, Milli Eğitim Bakanı Jean-Michel Blanquer, Danièle Sallenave ve Olivier Delahaye ile bir görüşme gerçekleştirdi: Ankara’da başlayan bu olağan dışı macera Bakanın ilgi alanına girdi. “Silence, on lit!” derneği şimdi ciddi destekler bekliyor. Geçtiğimiz haziran ayında söz verilen La Fontaine’in Fablları’nın dağıtılmasının ardından şimdi de bu kitapların okunabilmesi için okuma zamanının düzenlenmesinin vakti gelmiştir.
OKUMAK HAKTIR.
Okumak; vazgeçilmez bir haktır, çocukların eğitimi, insanın kendini geliştirmesi, bilginin yayılması, kültürün korunması ve yayılması için olmazsa olmaz bir eylemdir.
Tevfik Fikret Okulları olarak 2001 yılından bu yana her gün aynı saatte, hep birlikte (öğrenciler, öğretmenler ve çalışanlar) 15 dakika boyunca sessizce kitap okuyoruz. Her gün öğle arasından sonra saat 13.35’te herkes kendi seçtiği kitabı okumaya dalıyor. Gazete, dergi, okul kitabı okumuyoruz; dili, konusu veya türü ne olursa olsun mutlaka bir kitap seçiyoruz ve sayfaların arasında kayboluyoruz. Bu yüzden tablet, telefon ve bilgisayar ekranından da okumuyoruz.
Belirli bir müfredata ve konuya bağlı kalmadan, herhangi bir kontrol olmaksızın sadece özgür olmak ve keyif almak için kitap okuyoruz. Genel olarak bütün öğrencilerimiz yanlarında bir kitap getiriyor ama şu an 20.000’den fazla kitap bulunan kütüphanemizle de okuma özgürlüğünü destekliyoruz.
Okuma zamanı uygulamamızı 2015 yılında Fransa’nın Brive şehrinde düzenlenen kitap fuarında kitapseverlerle paylaştık. Özgün uygulamamız hem beğeniyle karşılandı hem de “Silence! On lit” derneğine ilham oldu. Fransa’da aktif olarak görev yapan dernek okuma zamanı uygulamamızın yaygınlaştırılması için çalışmalarına devam ediyor. Bugün Fransa’da da birçok okul Tevfik Fikret Okullarını örnek alarak okuma zamanı yapıyor artık.
“Silence! On lit” derneğinin sitesine ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.